Anı, hatıra keyifli bir iştir, hele anılarını anlatanı tanıyorsanız… Bu anıların içinde siz de varsanız, ya anılar doğru ise…
Siz kendinizi anıların içinde bulursunuz, aklınızda bazı şeyler kalmıştır.
Acaba doğru mu?
Ya siz, olayın içinde nasıl görünüyordunuz?
Hatıra okurken bunları da düşünüyorsunuz.
İrem Barutçu “Simavi Ailesi”ni yazmış…
“Bab-ı Ali’nin Tanrıları” diyerek ve de “Hürriyet gazetesini yaratan ailenin nefes kesen öyküsü” deyimiyle…
Bu nefes kesen öykünün bir miktarını da biz yaşadık.
Abdi İpekçi katledildikten sonra “Milliyet” bizim için yaşanmaz hale gelmişti, işte o sıradan Nezih Demirkent aradı. Eski arkadaş, spor muhabirliği yapmışız; o basketbola, biz yüzmeye, küreğe bakardık “Son Saat”te…
Nezih Demirkent’in teklifi açıktı:
“Erol Bey seni istiyor!”
“Sen de istiyor musun?”
Çünkü “Hürriyet” denince akla “Nezih” gelirdi, sanki patron o!..
Meğer tam üstüne basmışız, Erol Bey alınıyormuş… İzmir’deki çevresi, Erol Bey’i kışkırtıyormuş.
“Nezih gazeteyi aldı götürüyor, sen burada patronculuk oyna!”
Hâlâ bilmeyenler varsa, bilsin, bazı patronlar bundan kesinlikle hoşlanmazlar, bir süre hoşlansalar da…
Neyse lafı uzatmayalım, telefonla konuştuk anlaştık; Erol Bey’den bir teleks mesajı geldi:
“Camiamıza hoş geldin, inşallah camiye birlikte gideriz!”
Bir de gıcır gıcır imzalı “10 TL”, hâlâ saklarız.
Gazete, televizyon, radyo reklamları:
“Halkın yazarı, halkın gazetesinde”
Reklam filminin yönetmeni arkadaş, beğenmedi, onların beklediği “Devrimci yazar devrim gazetesinde”.
O günlerin modası!
Yazıları başladıktan bir iki gün sonra, kokuyu aldık. 40 yılın Bab-ı Ali kokusu, Erol Simavi, gazetesine sahip çıkıyor, Nezih gidiyor, Arda Gedik geliyor, yazı işlerine de Çetin Emeç!
Biz o günleri nasıl değerlendirmişiz?
İrem Barutçu önce durum tespiti yapıyor.
Diyor ki:
“Hürriyet’e genel müdür olmak, yalnızca gazeteyi yönetmek demek değildi! Aynı zamanda Erol Simavi’nin çevresini de yönetmek gerekiyordu. İşte Nezih Demirkent, bu önemli detayı kimi zaman bile bile, göz göre göre atlamış; patronun çeşitli isteklerle kendisine başvuran dostlarını zaman zaman geri çevirmişti. İşte bu kişiler, patronun Nezih Demirkent konusundaki rahatsızlığında tamamlayıcı olacaklardı.”
Peki, ya biz?
Biz, durumu nasıl değerlendirmişiz?
“İktidar gibi patronluk da ortak kabul etmez. Nezih’in son dönemde, patrondan daha öte birtakım özel işleri vardır… ‘O işi halledin’ de… Nezih ise savsaklar işi… Bazısını hemen yapar, bazısını savsaklar… Erol Bey’in ilişkisi olduğu bazı insanlarla ilgili gereksiz haberler çıkabilir gazetede. Bunlar, Erol Bey’e birtakım uyarılardır: ‘Gücüm var, bak neler yapabilirim gazetede’ gibi… Şimdi, ‘Bana somut örnek göster’ derseniz gösteremem; ama ben o günleri yaşayan ve Nezih’in çok eski bir arkadaşı olarak bunları eskiden beri bilirim.”
Ve tarihi gün gelip çatar…
Demirkent’in görevine son verilecek, yerine Arda Gedik gelecektir.
Erol Simavi görevi Arda Gedik’e verir, hem Nezih Demirkent’in işine son verildiğini açıklayacak, hem de kendisinin geldiğini söyleyecektir.
İşte o günü hatırlıyoruz.
Arda Gedik, “Hürriyet”e gelir, Demirkent’in odasında ufak bir toplantı yapılır; Tuncer Bicioğlu, yazı işleri müdürlerinden Ergin İnanç, Oktay Ekşi, Arda Gedik ve biz… Demirkent konuyu açar, benim yerime Arda Gedik gelecekmiş der. Tuncer Bicioğlu dışında ses çıkaran olmaz. Onun sesi esasa değil, usule itirazdır, “Hürriyet”e bunca yıl hizmet etmiş Demirkent’e haksızlık edildiğini söylemektedir.
On günde her şey tamamlanır, Nezih Demirkent “Dünya Gazetesi”ni istemektedir. Erol Simavi “Dünya”nın yüzde 60’ını verir.
Sonra ne oldu?
İrem Barutçu, bu olayı bizim şöyle değerlendirdiğimizi yazar:
“Nezih Demirkent, yıllar yılı, omuz omuza çalıştığı bazı meslektaşlarını odasında toplayıp, benden sonra Arda Gedik gelecekmiş, dediği gün umduğunu bulamamıştı.
Benim kanaatim, Nezih o toplantıda umduğunu bulsaydı, bu kadar kolay gitmezdi.”
İrem Barutçu’nun kitabını bir çırpıda okusanız bile, bir çırpıda değerlendiremezsiniz.
Hasan Pulur, 11 Ağustos 2012, Milliyet gazetesi.